20 Aralık 2009 Pazar

Melankolik Sabahlar

Geçen hafta canım arkadaşım Demet'in cici evinde, kış çayımızı yudumlayıp, Noel kurabiyelerimizi kemirirken koyu bir muhabbete daldık. Konu konuyu açtı, derin mevzular su üstüne çıktı. Derken canım arkadaşım gazeteden kesip sakladığı bir yazıyı çıkarıp sehpanın altından bana uzattı. Akşam eve gittiğinde bunu bir oku çok seveceksin dedi. O keyifli gecenin ardından yatağıma uzanıp bu güzel yazıyı keyifle okudum.

Elif Şafak'ın eline sağlık diyerek, günlerdir aklımı kurcalayan bu yazıyı sizin de beğeninize sunuyorum. Özellikle duygusal yönü ağır basan, çok düşünen, çok sorgulayan kadınlara ithaf ediyorum.

Melankolik sabahlar -ELİF ŞAFAK
02.12.2009 09:39
Bayram sabahı uyandım. Neşe içinde olmalıyım, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır. Ama baktım, moralim limoni, nabzım tıp tıp melankolik atıyor. Sebepsiz, mantıksız, öylesine, birdenbire. Hava parçalı bulutlu. Ha yağdı ha yağacak. Battaniyeyi çekiverdim yüzüme. Kimseyi göresim yok, bir günlüğüne görünmez olsam keşke. Hiçbir yerde durasım yok; gün batana kadar göçebe olsam keşke. Hani kapıyı açıp yürümeye başlasam sanki hiç durmayacağım. Yürüye yürüye kendimi kutuplarda bulabilirim ben bu ruh haliyle. Oradan, üzerinde kutup ayıları resmi olan bir kartpostal satın alırım ve İstanbul'daki kendime postalarım. Derim ki:
"Sevgili Ben, Merak ediyorum nereden kaynaklanıyor şu melankolik hallerin? Nasıl oluyor da hem aileni, dostlarını, arkadaşlarını, okurlarını ve ekseriya insanlığı bu kadar seviyor, sevebiliyor hem de zaman zaman böylesine had safhada asosyal ve münzevi olabiliyorsun? Bir bulabilsem dengeni... Bir anlayabilsem seni...."
Bayram sabahı uyandım. Kutuplara gitmek yerine, evde kaldım. Kapı çaldı, açtım. Karşımda bir misafir. Tanıdık bir yüz, ta öteden.
Çocukluğumdan beri zaman zaman beni yoklayan o dipsiz ve sebepsiz durgunluk ve kasvet, nam-ı diğer Melankolianım (Melankoli Hanım'ın hızla söylenmiş biçimi) bayram ziyaretine gelmiş. Elinde bir kutu çikolata. Tabii ki bitter. Nasıl kışkışlarım? Nasıl "Git" derim. Mecburen buyur ediyorum.
"Hoşgeldin Melankolianım... "
Melankolianım siyah saçları sımsıkı topuz, ayağında ten rengi çorabı, üzerinde şık bir nefti döpiyes oturuyor salonda. İncecik, bir gıdım fazlası yok, her zamanki gibi. Yanına ilişiveriyorum. "Söylesene," diyorum. "Neden insanlar, bilhassa kadınlar kimi zaman ansızın melankoliye yakalanırlar? Biyolojik mi bunun sebebi? Kültürel mi? Mistik mi? Ekonomik mi? Hormonlarımız mı bunu yapan toplumsal koşullanmışlıklarımız mı? Nedir ansızın kadınlara gelen hüzün dalgalarının sebebi?"
Diyor ki bana: "Erkek genellikle güneş gibidir. Ya batar, ya çıkar. İktidar peşinde, ya kazanır ya tepetaklak yuvarlanır. Net, berrak, sade ve yalın. Kadın ise ayın halleri gibidir. Parlarken bile bir yanı karanlıkta kalır. En görünür olduğu zamanlarda bile bir parçası bulutların ardında... Kadın muammadır."
"E ne yapacağız peki?" diyorum sabırsızlıkla. "Nasıl çıkacağız bu hallerden?
"Çıkarız elbet, yeter ki kendimize ve etrafımıza dürüst olalım, rol yapmayalım. Melankoliyi de benimseyip, seveceğiz. Ve onu bastırarak yok etmek yerine, üretken enerjiye çevireceğiz" diyor. "Melankoliyi görmezden gelmek çözüm değil. Onun yerine alıp hamur gibi yoğurup şekiller inşa edeceğiz. Hüzün dediğin yakışır insana, yakışır kadınlara. Hüznü sanatın, edebiyatın ve yaratıcılığın emrine vereceğiz."
Hoşuma gidiyor söyledikleri. İlgiyle dinliyorum. "Sana tuhaf bir yöntem önerebilirim" diye devam ediyor Melankolianım. "Derhal bir kitabevine git, bir adet Cioran kitabı satın al. Hali hazırda bozuk akseden moralin öyle bir hızla dibe vuracaktır ki, oradan sekip de su yüzüne çıkman kaçınılmaz."
Cioran geçtiğimiz yüzyılın en bedbin, en karamsar, en ünlü filozoflarından. Romanyalı. Tesadüf değil Romanya'dan çıkmış olması. Onun gibi damardan kasvet bir ses Kanada'dan, Las Vegas'tan ya da Kanarya Adaları'ndan çıkacak değildi ya. Doğu Avrupa'dan çıkacak haliyle. Öyle bir adam düşünün ki daha üniversite yıllarında hayatı didik didik ederek sorgulamaya başlasın. Öyle bir genç adam düşünün ki, henüz 23 yaşında kaleme alıp yayınlattığı felsefe kitabının adı Ümitsizliğin Doruklarında olsun. Bu yapıtında Bergsonculuğu yaşadığımız hayatın kaçınılmaz bir biçimde trajik olan boyutunu anlayamamakla ve açıklayamamakla suçlar Cioran. Zor adamdır vesselam! Bir başka başyapıtı Çürümenin Kitabı'nda şöyle der: "Kökeninde yıkıma mahkûm olmayan hiçbir 'yeni hayat' görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunalımlı bir geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerini soldurup kendi içine düştüğünü gördüm."
Sevgili kadınlar, bir sabah uyanır da Melankolianım'ı salonunuzda bulursanız, kovmayın onu. İlginç kadındır, tanımaya değer. Cioran okur, Leonard Cohen dinler, renklerden en çok griyi sever. Bir bardak çay için karşılıklı. Tanışın kendisiyle. Hoşsohbettir, şöhretinin aksine. Ve ne zaman ruh haliniz tökezlese, sizden daha bedbin birinin sesine kulak verin. Belli olmaz iyi gelebilir. Çivinin çiviyi söktüğü olmuştur.

1 yorum:

zapere dedi ki...

Elif Safak'ı sevmiyorum.. Bu kadar !!!

http://ahmetdursun374.blogcu.com/gelecegin-nazli-ilicak-i-elif-safak/7235941