8 Ekim 2009 Perşembe

Ardenler'de Yağmurlu Bir Akşamüstü*

Dinant'dan sonra Lüksemburg'a doğru yola koyulduk. Yolculuğumuz boyunca Ardenler'in yeşilleri bize eşlik etti. Benim gibi coğrafya cahilleri için kısa bir bilgi: Ardenler, yoğun ormanlarla kaplı, tepelik ve büyük bir kısmı Belçika ile Lüksemburg sınırları içinde kalan, bir kısmı da Fransa sınırları içine giren bölge.Yeşilin her tonunu görmek mümkün. Bu nedenle Belçika ve Lüksemburg arasında araba yolculuğu oldukça keyifliydi. Amsterdam'a giderken inekler beni hayrete düşürmüştü. Öyle çoklar ki... Lüksemburg'a giderken de Ardenler beni şaşırttı. O kadar yeşil ki... Göz alabildiğine...
Lüksemburg da yeşilden nasibini almış. Yeşili bu kadar bol kaç başkent vardır bilmem. Lüksemburg bildiğiniz üzere küçücük bir ülke. Kendi küçük olmasına karşın ismi uzun olduğu için haritaya sığmaz bile. Özel olarak Lüksemburg'u görmeye giden insanlar olduğunu da pek sanmam. Ama bizim gibi civar ülkelerden burayı ziyarete gelenler çok oluyordur herhalde. Çünkü Belçika, Fransa ve Almanya'ya komşu olduğu gibi çok da yakın.
Başkenti de Lüksemburg olan bu şehri de pek fazla gördük sayılmaz. Çünkü 3 saat filan kalabildik. Ama ülke küçük, şehir haliyle küçücük olunca görecek ne kadar çok yer var bilmem. En azından havasını soluduk, ülke hakkında kısa bir bilgi edindik. Öğle yemeği yedik, sokaklarında biraz gezindik. Burası İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre dünyanın en güvenli kentiymiş. Üstelik kişi başına düşen milli gelir oranıyla da dünyanın en zenginiymiş. (110 bin dolar - Türkiye'de ise bu rakam 10 bin dolar civarında) Ehh yaşamak için pek ideal görünüyor değil mi? Belki 60'ından sonra :) Büyük ve renkli şehirlerde yaşayanlar için fazla huzurevi tadında bence.Şehir bir vadiye kurulmuş. Kaleler, kuleler vadinin tepesinde yer alırken, bazı yerleşim yerleri de vadinin dibindeki nehrin kenarına kurulmuş. Rehberimiz yeşilliklerin arasından kıvrıla kıvrıla nehir kenarına inebileceğimizi söyledi. Ama ciddi bir kondisyon gerektirdiği konusunda da bizi uyardı. Onun için biz nehre tepeden bakmakla yetindik.Lüksemburg'da yaşadığımız en büyük sürpriz şehrin meydanındaki Türk Günü etkinlikleri oldu. Bayramın 1. günü olması dolayısıyla orada yaşayan Türkler böyle bir etkinlik düzenlemişler. Meydana doğru yürürken annemin "kulağıma bir Türk müziği geliyor" demesinin hemen ardından, meydanda bizi Türk bayrakları ve semazenler karşıladılar. Yiyecek olarak da döner, kısır, börek, mercimek köftesi, patates salatası gibi bilindik tatlar...Sonra birden hava karardı ve yağmur başladı. Pazar olması nedeniyle boş sokaklarda, hafif atıştıran yağmurun altında dolaşırken, kapalı dükkanların vitrinlerindeki kışlık kıyafetler gözüme çarptı. Kışın burası çok soğuk oluyor sanırım.Dönüş yolunda Lavaux Sainte-Anne kalesine uğradık. Günümüzde av müzesi olarak ziyaretçilere açık olan bu kale bizim gittiğimiz saatte kapanmıştı. İki geyik görüp, iki fotoğraf çektikten sonra özel bir bira (trappist) içerek molamızı tamamladık.Trappist: Sadece Belçika'da Trappist keşişlerinin bizzat ya da gözetimi altında üretilen birden çok kez fermente edilmiş, yüksek alkollü ve bir o kadar da lezzetli bira.

*Dönüş yolunda Ardenler'den geçerek otobüsümüzle Brüksel'e doğru ilerlerken hafif atıştıran yağmura ithafen babam bu başlığı yazdı. Ve bloguma bu başlıkla bir yazı yazmamı önerdi.

Hiç yorum yok: