29 Eylül 2009 Salı

Kedisever Brükselliler

Brüksel'de gezerken vitrinlerin bir çoğuna adeta yapıştım. Çünkü kedi bibloları, kedili objeler falan derken Brükselliler'in benim gibi kedi manyağı olduklarına karar verdim. Her ne kadar sokaklarda kediler cirit atmasa da kediye karşı ciddi bir sempatileri var bu kesin.
Ayrıca biblo konusunda çok başarılılar bu da kesin. Öyle cici kedi bibloları gördüm ki içimin yağları eredi. Ama oldukça pahalı oldukları için bakmakla yetindim. Sadece son gün parama kıydım ve çok sevdiğim ve diğerlerine göre nispeten ucuz olan bir bibloyu kendime hediye aldım:)
Belçika Tenten ve Red Kit'in anavatanı. Brüksel'de Çizgi Roman müzesi bile var (Comic Strip). Ayrıca mimarisi bu denli ince işçilikli, binaları caddeleri heykellerle dolu bir ülkenin biblolarının bu kadar cici olmasına şaşmamak lazım.
Adamlar özenle bezenle güzelleştirmişler şehirlerini. Biz ise özene bezene çirkinleştiriyoruz güzel şehrimizi :(

Not: fotoğrafların üstüne tıklayarak büyütün ve bibloları bir inceleyin. Kedilerin yüzelerindeki ifadeler filan çok komik...

28 Eylül 2009 Pazartesi

İşeyen Çocuk

Brüksel'in işeyen çocuk heykeli (Manneken Pis) şehrin sembolü haline gelmiş durumda. Her adım başı bir dükkanın vitrininde veya bir hediyelik eşyanın üstünde karşınıza çıkıyor.Orijinali ise meydana (Grand Place) yakın bir sokakta küçücük bir heykel. Ben boyunun ufaklığını görünce hayal kırıklığına uğradım. Çünkü dükkanlardaki sahte heykelleri ondan kat be kat büyük. İşeyen çocuk heykeliyle ilgili bir sürü rivayet var. Bunlardan biri çocuğu kaybolan bir adamla ilgili. Adam çocuğu kaybolduktan sonra tanrıya bulunması için dua etmiş ve oğlunu nasıl bulursa o haliyle heykelini yaptırmaya ant içmiş. Birkaç gün sonra oğlunu sokakta işerken bulmuş ve bu minik çeşmeyi yaptırmış :)
Bir başka rivayete göre ise 14. yüzyılda şehrin etrafını çeviren duvarların dibine bir bomba düşmüş, hem de tam cephaneliklerin yanına. Küçük bir çocuk bombaya işeyerek fitilini söndürmüş. Böylelikle şehri kurtarmış olmuş. Yok daha neler :))Bu minik heykelin en büyük özelliği, önemli gün ve festivallerde kıyafet giymesi. Ben ordayken bir kere kıyafet giydi. Ama ben hemen her gün merakla yanına gidip ne giymiş diye baktım :) Kendisinin 800'den fazla kostümü varmış... İyi bir pazarlama tekniği bence. Tebrik ederim.

Bu arada bayramlarda seyranlarda bira ve şarap işediği rivayet ediliyor ama ben bununla ilgili hiçbir şey duymadım ve okumadım.

25 Eylül 2009 Cuma

Leyleği Havada Gördüm

Yeni bir tatilin ardından yeniden merhaba! Sevgiliyle yapılan deniz ve güneş tatilinin ardından aileyle yapılan yurtdışı gezisi tadından yenmedi :) Ana-baba-kız Brüksel, Amsterdam ve Lüksemburg sokaklarını arşınladık. Geceleri ayaklarımızın ağrısından bir müddet uyuyamadık :) Ne de iyi yaptık. Gezmek gibisi var mı... İnsanın dünyası değişiyor...
Tatilden anlatacak bir sürü konu ve 165 fotoğrafla geri döndüm. Nasıl anlatsam nerden başlasam?
Önümde işler de yığılı bir dolu... En iyisi kısa bir girişgah yapayım ve ballandırma kısmını hafta sonuna saklayayım.
Öncelikle Brüksel şehri umduğumuzdan çok daha güzel, sakin, yeşil ve kolay bir şehir çıktı. İnce mimarisi her bir köşeden bizi selamlayan heykelleriyle açıkhava müzesi gibiydi. Otelimizin şehrin merkezine (Grand Palace) iki adım mesafede oluşu hayatımızı müthiş kolaylaştırdı.
Brüksel tam anlamıyla bir bira, çikolata ve midye cenneti. Herkes kova kova midye yiyiyor. Bizim de ilk yemeğimiz midye+patates+bira oldu. 10 Euro'ya yiyebileceğiniz bu menüdeki midyelerin lezzetini size anlatamam. Saydım ben tam tamına 52 midye yemişim. Beyaz şarap, kereviz sapı ve içinde başka ne olduğunu bilmediğim bu müthiş yemeği 10 parmağımı daldıra daldıra afiyetle yedim.
Zaten herkes deli gibi midye yiyor burada. Onun için insanın bir müddet sonra gözü doyuyor. Çikolata için de aynı şey geçerli. Her adım başı çikolata dükkanı olduğu için gözümüz doydu. Alıp da pek fazla çikolata yemedik.
Bira için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Binlerce çeşit bira olan bu şehirde hemen her fırsatta biz de bir tane içtik :) Hiç de gözümüz doymadı. Ama benim favorim kirazlı bira (Kriek). Müthiş bir lezzet. Tez zamanda Türkiye'ye gelir inşallah.
Bir de dantelleri çok meşhur bu şehrin ama bu konu benden ziyade annemin ilgisini çekti. Çünkü ben ziyadesiyle hoşlanmıyorum dantellerden.Bakın fotoğrafını bile kötü çekmişim zaten :)

16 Eylül 2009 Çarşamba

Foça'da Yaza Veda

Güzel bir balıkçı kasabasında noktalamak istedik tatilimizi. Gönlümüzce karides, kalamar ve midye yiyerek bitirmek istedik. Foça'ya çok uzun yıllar önce gitmiştim ve hayal meyal hatırlıyordum. Ama bu yaz televizyondaki bir gezi programında izlediğim Foça beni adeta büyülemişti. Hiç unutmuyorum o gün annemle Büyükada'ya denize girmeye gitmiş ve büyük bir hayal kırıklığıyla kerhen o bulanık sularda yüzmüştük. Hemen akşamına televizyonda Foça'nın maviliklerini izleyince büyülenmemek ne mümkün... Foça'ya adım attık ve limanda küçük bir otelin çatı katına yerleştik. Önümüzde balıkçı tekneleri, liman ve deniz. Mis gibi bir hava, müthiş bir huzur, sahilde güneşlenen kediler, evinin önünden denize giren teyzeler... Hayat bu işte ya!!!Üstelik şans eseri sevgilimle otelimize çok yakın bir koy keşfettik. Ağzımız kulaklarımızda denize attık kendimizi. Bu sene finali burda yapmak kısmetmiş. Çok bereketli bir yaz oldu. Çok güzel denizlerde gönlümce bol bol yüzdüm. Darısı gelecek senelere.Akşamüstü karınlar acıkmış kendimizi limana attık. Salaş bir balıkçı restoranında midye tava ve kalamarı ben resmen parmaklarımı yiyerek yedim :) Gece için mekan keşfine çıktık. Sahilde yürürken evlerinin önünden denize giren insanları inceledim. Ellerinde kitapları sahilde oturanlara baktım. Bir köşede tavla oynayanlar, bir köşede meditasyon yapanlar, balkonunda kahve içenler derken ben niyeti iyiden iyiye bozdum. Hayata bir kez geliyor insan. Böyle bir yerde yaşamak varken şehirde yıpranmak niye???
Akşam bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Odamızdan Foça'yı izledik. Yağmurla denizin buluşmasını. İşte o an anladım yazın bittiğini. Resmen vedaydı o yağmur bize. Ama yağmurda limanda yemek yemek de çok keyifliydi :) Denizden yeni çıkmış ahtapot, karides, kalamar...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Kuşadası Milli Park - En Güzel Denizler Listemde İlk 5'te

Yolculuğumuzun 2. durağı Kuşadası oldu. Biz havayı koklayan kediler, düşündük taşındık, hesapladık ve kötü havadan kurtulabilmek için aklımız Çeşme'de kala kala Kuşadası yollarına koyulduk. Bizim yazlığımız Kuşadası'na yarım saat mesafede olduğu için ben bugüne kadar hiç Kuşadası'nda kalmamıştım. Kuşadası ziyaretlerim hep günübirlik kısa gezilerden ibaretti. Ayrıca kocaman bir şehri andıran ve çarpık kentleşmenin boy gösterdiği Kuşadası'nı pek de sempatik bulmuyordum doğrusu. Ama yıllar önce ailemle gittiğim Milli Park'ın güzel denizinin sevdasına bir şans vermek istedim Kuşadası'na. İnternetten şans eseri bulduğumuz otelimiz o kadar güzeldi ki. Hava kapalı olmasına, sert rüzgarlar esmesine rağmen Kuşadası'na geldiğimize pek mutlu olduk. Hayatımda gördüğüm en geniş, en ferah, en güzel oda bu otelin odası. Üstelik özel bir oda filan da değil, otelin tüm odaları bu şekilde düşünülmüş. İnsan kendini yazlık evinde kalıyormuş gibi hissediyor. Balkonunun enfes manzarası da cabası.Salı günü odada İstanbul'da yaşanan sel felaketi seyrederek ve dinlenerek geçti. Neyse ki ertesi sabah güneş güzel yüzünü gösterdi de biz erkenden Milli Park yollarına düştük. Otelimize 20 km mesafedeki bu cennet köşesi bize Çeşme'yi unutturdu. Denizin turkuaz rengine çam ağaçlarının muhteşem yeşili eklenince biz mutluluktan sarhoş olduk.Her bir koya hiç bıkmadan girdik. Birkaç turist dışında kimselerin olmadığı bu cennet köşesinde saatlerce yüzdük, güneşlendik. Denizi ve plajı irili ufaklı taşlarla dolu olan bu koylar Çeşme'nin ipek kumsalından sonra pek bir değişik geldi. Özenle inceledik, en beğendiklerimizi seçtip beraberimizde İstanbul'a kadar getirdik.
3. gün otelimizden ayrılmadık ve otelin plajından denize girdik. Girdiğimiz onca güzel denizden sonra bizi pek kesmedi ama olsun. En azından hava güneşliydi ve önümüzde daha Foça durağı vardı :)

13 Eylül 2009 Pazar

Çeşme'ye Doyamadım

Çok güzel bir tatilin ardından İstanbul pek buruk pek yavan geldi. Dönüp dönüp çektiğimiz fotoğraflara bakıyorum. Öyle güzel denizlerde yüzdüm ki tadı damağımda kaldı, doyamadım... Çeşme, Bozcaada diye planladığımız tatilimiz hava muhalefetinden dolayı Çeşme-Kuşadası-Foça olarak gerçekleşti. İstanbul selle boğuşurken, tüm Türkiye'nin tepesinde kara bulutlar dolanırken biz güneşi kovaladık. Ve Salı hariç her gün güneş güzel yüzünü esirgemedi bizden. Çok şanslıydık... İlk durağımız Çeşme'de 3 gün kaldık ve ben resmen aşık oldum Çeşme'ye. Bundan sonra sık sık gitmeyi planlıyorum. Bu kadar güzel deniz çok az yerde olur. Cumartesi sabahı 7'de Yenikapı'da başlayan yolculuğumuz saat 14'te Çeşme'de noktalandı. Otelimiz Çeşme merkezde olduğu için denizden 1-2 km uzaktaydı ve özel plajına arabamızla giderken gerçekten de bu kadar güzel bir denizle karşılaşacağımızı aklımızdan bile geçirmiyorduk. Ben denizi görünce resmen çığlık attım. İpek gibi bir kum, pırıl pırıl bir su... Üstelik ne soğuk ne sıcak tam kıvamında. Boyalık adı verilen bu koyu çok insan bilmezmiş. Bu nedenle Ilıca'ya çok yakın olmasına rağmen oldukça sakindi. Ertesi gün İzmir'den can dostum Burcu ve sevgilisi de bizim yanımıza geldiler. Çeşme'de yazın barmenlik yapan sevgilisinin de buranın doğru bir tercih olduğunu söylemesiyle biz 2. günümüzü de bu koyda geçirdik. Şezlongları suyun içine koyup gün boyu muhabbet ettik. Akşam hep beraber Alaçatı'ya gittik. Hem şirin hem de şık mekanların yer aldığı Alaçatı'da hep beraber yemek yedik. Alaçatı'nın neden bu kadar popüler olduğunu anlamış oldum. Çünkü mekanlar o kadar sempatik o kadar estetik ki. Zevkle, özenle döşenmiş hepsi. Kendimi bir an için Türkiye'de değil de Avrupa'da dolaşıyormuş gibi hissettim. Pazartesi sabahı kuvvetli rüzgar yüzünü gösterdi. Çeşme'nin rüzgarı zaten malum. Bir de hava bozuk olunca resmen üşütüyor. Atladık arabamıza zıpladık Ayayorgi koyuna.Yıllar önce ailemle gidip suyun rengine aşık olduğum Ayayorgi koyu son yıllarda en popüler beachlerin yer aldığı sosyetiklerin uğrak mekanı. Ama Eylül ayı olması nedeniyle oldukça boştu. Üstelik çok kuytu bir koy olduğu için yaprak kımıldamıyordu. Gazetelerden okumaya aşina olduğum iki büyük beach sezonu kapamıştı. Üstelik hem Ramazan hem de Pazartesi olması dolayısıyla koy pek bir boştu pek bir hoştu :) Yüzerken ayaklarımın altında uzanıp giden mavilik tıpkı yat turlarında konaklanan nadide koylarınki gibiydi. Çeşme'nin denizine doyamadım... Seneye yeniden gitmek ümidiyle...

4 Eylül 2009 Cuma

Müsaadenizle :)

Sevgili dostlar yine müsaademi rica ediyorum. Lakin senelik iznimin ikinci haftasını kullanma zamanım geldi çattı :) Bu sene tatile çıkmakta biraz geç kaldım. Ama böylelikle daha önce Eylül'de tatil yapmayan ben, bu güzel ayda Ege'nin nasıl olduğunu görme şansını yaşayacağım. Yazlıkçılar genelde Eylül'ü anlata anlata bitiremez. Bakalım sıcağıyla kavurmak yerine insanın içini ısıtan bu ayda tatil yapmak nasıl bir şeymiş? Dönüşte sizlerle paylaşırım. İstikamet ilk olarak Çeşme. Çok anlattılar, çok methettiler. MERAKTAYIM... Turkuaz rengi suların aşkıyla yanmaktayım. Üstelik sevgilimle ilk tatilin heyecanını yaşamaktayım. 13 Eylül'de İstanbul'a dönene dek bu fotoğraflarla idare edin. Daha güzellerini çekeceğim söz.

3 Eylül 2009 Perşembe

Sulugöz Yengeç

Dün ben Yengeç burcundan şikayet ettim ya bugün de bir internet sitesinde burcumun olumsuz yönlerini okudum. Vermiş veriştirmişler. Ama çok da doğru tespitlerde bulunmuşlar.
Burcuma fazla da haksızlık etmeyeyim. Her burcun kötü yönleri var elbet. En azından biz Yengeç'ler şefkatliyiz, merhametliyiz, temiz kalpliyiz...

Ama öz eleştri yapmaktan da kimseye zarar vermez. Buyrun bakalım. Nasılmışız biz sulugöz Yengeç'ler?

Çoğu zaman oldukça kırılgan, fazla sahiplenici, etrafınızı üzebilecek şekilde alıngan davranabilirsiniz. Öyle ki bulunduğunuz ortamlarda herkes konuştuğu kelimeye dikkat etmek zorunda kalabilir.

İlişkilerinizdeki sahiplenilicilik çoğu zaman bıkkınlık yaratıcı olabilir. Sevgilinize anne veya babasıymış gibi davranabilirsiniz.

Ailenizdeki tüm sorunları sevgilinize yansıtır, onu da problemlerin içine dahil ederek sızlanıp durabilirsiniz.

Herhangi bir ilişkide zorlandığınız, üzüldüğünüz ve perişan olduğunuz halde sırf alışkanlık diye senelerce devam ettirebilirsiniz.

Etrafınıza sürekli sizinle aynı düşünen, sizi anlayan, sizinle ağlayıp sizinle gülen insanları toplamaya bayılırsınız.

Sırf huzur bulmak için, problemleri hasıraltı edebilir, sanki hiçbir derdiniz yokmuş gibi davranabilirsiniz.

Kendinizi iyi hissetmek için başkalarına iyilik etmeye çalışabilir, sonra da size iyi davranmadıklarında onları içten içe suçlayabilirsiniz.

Belli dönemlerde oldukça kararsız, kaprisli, hayalci, ürkek ve tembel olabilirsiniz.

Bazen istekleriniz yerine gelsin, duygusal dramalar yaratabilirsiniz.

Özellikle yaşlılığınızda tüm aile efradını çevrenize toplayacak şekilde huysuzluklarda bulunabilirsiniz.

Sırf alışkanlığınız diye aynı yerde yıllarca çalışabilir, aynı yatakta yatabilir, aynı eziyet dolu ilişkiyi sürdürebilirsiniz.

Kişisel radikal girişimlerde bulunmak yerine, olanı olduğu haliyle kabullenmeye razısınızdır.
Kendi iç dünyanızda, kendi kabuğunuzda yaşamaktan hoşlanır. Yeni kararlar alan, yenilikler uygulayan insanları anlamakta zorlanabilirsiniz.

Çevrenizdekiler size bağımlı olsun ister, sonra da üzerinize düştüklerinde kimi zaman sıkılır uzaklaşabilirsiniz. Bazen de hiç değmeyecek insanlar için kendinizden bir sürü ödünler verir, hayal kırıklıkları yaşayabilirsiniz.

Yöneticiniz Ay gezegeni gibi iki farklı yüzünüz olabilir. Ağlarken bir anda gülebilir, güldüğünüzde birdenbire ağlamaya başlayabilirsiniz. Hassasiyetinizin dozunu kimi zaman ayarlamakta zorluk çekebilirsiniz.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Arkadaş Olarak Yengeç


Ben tipik bir Yengeç burcuyum. Memnun muyum diye sorarsanız. Yok hiç değilim. Fazla duygusalım, fazla sulugözüm, fazla alınganım... Çok daha geniş, çok daha neşeli her şeyi kendine çok daha az dert eden bir insan olmayı tercih ederdim.
Bugün bir mail düştü postama. Arkadaş olarak Yengeç burcu nasılmış oturdum okudum. Buyrun siz de okuyun dostlarım. Ben gerçekten de böyle miyim? Sözü size bırakıyorum.
 
Yengeç’ler az sayıda ama içten arkadaşları olmasından hoşlanırlar. Onlara yardım ettiklerini bilip, karşılığında saygı ve beğenilerini kazandıklarında hoşnut olurlar. Arkadaşlarını entelektüel ayırım yaparak değil, duygularıyla seçerler. Eğer bir Yengeç'e kanınız kaynamışsa büyük bir olasılıkla aynı şeylere ilgi duyuyor, aynı görüşleri paylaşıyorsunuz demektir. Önemli olan Haziran-Temmuz doğumlu bu kişilerin duygularının coşkulu olmasıdır.
Yakın arkadaşlarıyla öyle ince bir bağları vardır ki, saatlerce konuşmaları gerekmeyebilir. Arkadaşının varlığını iletişim kavramını aşırı bir biçimde, sanki sözcüğün tam anlamıyla "emer"ler, fakat değişik tanıdıklarla söyleşiden hoşlanırlar. Şaşılacak derecede geveze ama ilgi çekici olabilirler.
Yengeç’ler huysuzdurlar. İyi tanımayanlar için kırıcı olabilirler. Bir günleri çok ender diğerine uyar. Huyları bulundukları yere, birlikte olduğu kişilere ve dahası havaya göre bile değişir. Buna karşın Yengeç’ler göründüklerinden çok daha derin insanlardır. Gerçek arkadaşları bu yönlerini beğenir ve onları oldukları gibi severler.
Yengeç'lerle yakın arkadaşlık biraz bunaltıcı olabilir. Çok sevimli ve yardımsever olmalarına karşılık Yengeç’ler aşırı koruyucu, arkadaşlarını iyiliği için aşırı kaygılı olma eğilimindedirler. Bu kaygının yöneltildiği kişi, tutsak olduğunu ve kişisel varlığının baskı altına alındığını sanır. Yengeç’ler vermeye en fazla çalıştıkları sırada daha çoğunu istiyor olabilirler. Bu çok duygusal insanlar, sevgiye çok gereksinim duyarlar. Arkadaşları ayrılma zamanının geldiğine karar verip ara verdiklerinde bile incinirler. Yengeç’ler kendini beğenmiş ve bencil olmamalarına karşın, oldukça gururludur. Bu da onların beğenilmeleri ve sürekli olarak değerlerinin karşılık görmesi anlamına gelir. Bu zor olmaz; çünkü onlar sevilmeye değer kişilerdir. Alıngandırlar. Kolaylıkla güvenir. Yeterli ilgiyi toplayamazlarsa somurtur ya da sessizliğe gömülürler. Arkadaşlarının kendilerini küçümsediklerini hissetmek onlara dayanılmaz acılar verir. Kendi değerlerini alçakgönüllülükle kabul ederler.

1 Eylül 2009 Salı

Şimdi Reklamlar


Yurt dışında bir spor salonu otobüs duraklarına böyle bir uygulama yapmış. Hem çok iddialı hem çok acımasız. Oturduğun otobüs durağının koltuğu bir tartı vazifesi görüyor ve ansızın seni kilo gerçeğinle karşı karşıya bırakarak, resmen kaldır kıçını spor salonuna gel diyor :)
Böyle cesur işlere bayılıyorum. Bu fikri düşünen reklam ajansı kadar uygulayan reklamvereni de tebrik etmek isterim. Lakin reklam ajanslarından çokça cin fikir çıkar ama uygulayacak cesur reklamverenlere az rastlanır. Genel olarak marka müdürleri korkaktırlar, hem dikkat çekmek isterler hem de dikkat çekmekten korkarlar.