31 Temmuz 2009 Cuma

Tüketicin 6 Noktası

Aşkın 40 kuralını yavaş yavaş sindire sindire okurken, çantamda sürekli taşıdığım defterimden bir sayfa düştü kucağıma. Unutmamak için not almışım bir zamanlar, arada bakıp hatırlamak için.
Okuduğum ve sevdiğim şeyleri, not düşüyorum bir yerlere tekrar tekrar okumak, unutmamak için. Ama orda burda defterler, kağıtlar filan derken, yine yıllar içinde her şey bir köşede kaybolup gidiyor. Bu yüzden defterimden düşen notumu buraya da not düşeyim de kaybolup gitmesin.

Tüketicinin dikkatini çekecek şeyleri şöyle sıralamış DAVID REIS:
1) Olağan olmayan, ender, nadir görülen (UNUSUAL)
2) Ahlaksız, terbiyesiz, şok edici (OUTRAGEOUS)
3) Tabular, yasaklar (TABOO)
4) Komik, neşeli, şamata şeyler (HILARIOUS)
5) Dikkate değer (REMARKABLE)
6) Gizemli, esrarlı şeyler (SECRET)

Türkiye için ne kadar geçerli bu kurallar tartışılır. İnsanların cesareti yok çoğu şeyi yapmaya. Tepkiyle karşılaşmaktan, çok sivri olmaktan korkuyor markalar. Ne de olsa Türkiye'nin değer yargıları yurt dışındakilerden çok daha farklı. Böyle olunca sığ sularda yüzüyoruz çoğu zaman. Bu ayıp, bu tabu, bu yasak derken daha tüketicinin karşısına çıkmadan eliyoruz çoğu fikri. Bu yüzden de komik, neşeli ve şamata şeyler yapmak en çok tercih edilen yöntem ülkemizde. Diğerlerini yapabilenlerin önünde saygıyla eğiliyorum. Ama mesela AIDS'i anlatmak için şunu yapabilir misin ülkemizde?

Zannetmiyorum. Piktogram bile olsa cinselliğe tahümmülümüz yok bizim.Ya da böyle bir prezervatif reklamı yapabilir misin İstanbul'un sokaklarında. Haşaaaa!!!!

Aşkın 40 Kuralı - 2



On Dördüncü Kural: Hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını? (sf. 134)

On Altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah, O'nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan'dan ötürü yaradılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin. (sf. 144)

30 Temmuz 2009 Perşembe

SAĞLIK OLSUN
















Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama,
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin...

Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin,
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine...

Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle...

Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık,
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al...

Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
Sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara,
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor.
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak...

Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illa ki kumaş örtü olsun...
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada...

Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının...

Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun,
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun !..

CAN YÜCEL

Süper bir şiir usta kalemden. İnsana hayat felsefesi olacak cinsten.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Aşkın 40 Kuralı


Altıncı Kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur. (sf. 96)

Dokuzuncu Kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir. (sf. 104)

28 Temmuz 2009 Salı

Pisipisievi


Hayvanseverler için yazın tatile çıkmak büyük dert çünkü biricik kedicik ya da köpekçiklerini çoğu zaman yanlarında götüremediklerinden birilerine emanet etmek zorundalar. Bu konuda ben çok şanslıyım çünkü annem ve babam güzel kızıma şahane bakıyorlar. Onlar tatile çıktığında da ben onlarınkine bakıyorum. İyi bir paslaşma durumu var anlayacağınız aramızda. Tabii üçümüz beraber tatile çıkmadığımız sürece...
Dün arkadaşımdan bir mail aldım. Mailde aynen şöyle yazıyordu: Tatile giderken aklınız pisinizde ve kuçunuzda kalmayacak. Artık içinize sinecek bir kedi ve uslu kuçu pansiyonunuz var. Hemen merak edip sitesine girdim. Oldukça sempatik bir yere benziyor. Kediler ve köpekler kafeslere hapis değil. İstedikleri gibi evin içinde gezip dolaşabiliyorlar. Minderler üstünde keyif yapıyorlar. Üstelik bu pansiyon İstanbul'un merkezi Cihangir'de. Hemen not aldım bence sizde not alın. Bir gün lazım olabilir.
www.pisipisievi.com'da pansiyon yaşam koşullarını ve misafirlerin fotoğraflarını takip edebilir, yuva arayan pisi ve kuçuları görebilir, pisiler hakkında sağlık bilgileri ve neşeli hikayelere ulaşabilirsiniz.








Not: Fotoğraflar www.pisipisievi.com internet sitesinden alınmıştır.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Gözünü Sevdiğimin Ege'si

Hafta sonu tüm Türkiye sıcaktan kavruldu. Cumartesi günü yılın en sıcak günü olacak dediler. Hemen aklıma deniz düştü. Eee geçen hafta siftahı yaptım. Hevesim kursağımda kaldı. Bu Cumartesi de adaya gideyim dedim. Adalara ulaşım çok kolay. Kabataş'tan bindin mi deniz otobüsüne yarım saate adadasın. Ordan da plajlara ücretsiz motor kalktığını okudum. Ohh dedim evde mi durulur bu sıcakta. İnternette kısa bir sörf yaptıktan sonra Büyükada Yörükali Plajı'nda karar kıldım. Klimalı deniz otobüsü yolculuğunun ardından motorla püfür püfür ağzımız kulaklarımızda vardığımız Yörükali Plajı'nda, hüsranla karşılaştık dersek yeridir. Bir deniz ki balçık, bir tesis ki harabe, bir insanlar ki ucübe. Bir de üstüne 20 TL giriş ücreti istiyorlar. İnternette gördüğüm fotoğraflarla yakından uzaktan alakası yok. Annem bu denize girilmez dedi kestirdi attı. Motor yeni yolcular almak üzere geri döndü, biz de plaj çantamızla kalakaldık. Hızlıca düşündük ne yapabiliriz diye. Bu plaj böyleyse Prenses Koyu da aynıdır çünkü o da birazcık ilerde dediler. Meğerse rüzgar esmiş böyle olmuş. Pöhh pöh... Rüzgara göre ancak adanın diğer tarafındaki plajlar iyi olabilir bugün dediler. Adanın diğer tarafında Nakibey Plajı var. 5 sene önce gitmiştim. Yine tavsiye üzerine gittiğim plajda deniz girilmeyecek kadar pis olunca faytoncu bizi Nakibey'e götürmüştü. Evet itiraf etmeliyim ki daha iyiydi. Ama kötünün iyisi denen cinsten. O gün denizanası korkumu yendiğimi hatırlıyorum. O kadar çoktular ki üstlerine basarak çıkıyordun denizden. Bir anda yüzlerce binlerce denizanasının içinde kalınca insan yeniyor korkusunu. Neyse biz geldiğimiz motorla iskeleye geri döndük. Ve bu ücretsiz motor gezisinin keyfini çıkararak Polyannacılık oynadık. Büyükada'yı karadan çok gezdim, denizden gezmek de güzelmiş. İskelede bir motordan indik diğerine bindik. Bu sefer adanın diğer tarafını dolandık motorla. Ahh ahh ne güzel evler varmış diğer tarafında hayran kaldım. Evler güzel de deniz sadece bakmalık, giremedikten sonra ne kıymeti var bilmem. Nakibey bakmış denizanalarıyla başa çıkamıyor, akıllılık etmiş ağ germiş denize. Yosunlara, balıklara ve denizanalarına giriş yok. Bize ise giriş 25 TL. Napalım hava sıcak, bu kadar yol gelmişiz girdik içeri. Yeşil suda yüzdük, yine de bu sıcakta serin sularda olduğumuza şükrederek. Kitap okuduk, deniz havası aldık. Sonra da geldiğimiz gibi evimize döndük. Şimdi burdan çıkarılacak sonuç şu: İstanbul'da deniz bitmiş. Denize çok girmek isteyenler biraz kassın ve Kilyos'a gitsin derim ben. Ayrıca deniz Ege'dir. Üstüne tanımam.

Not: Fotoğrafdaki plaj Büyükada-NakiBey Plajı

24 Temmuz 2009 Cuma

Doktor Tavsiyesi

1) Az az, sık sık ye.

2) Her gün 40 dakika yürü.

3) Günde 1,5 litre su iç.

4) Meyve ve sebze ağırlı beslen.

5) Lokmaları küçük küçük al, çok çiğne.

6) Kültür fizik hareketleri yap.

7) Her gün sabah aç karnına Activia yoğurt ye. İçine keten tohumu ilave et.

Bunlar doktorumun bana tavsiyeleri. Eğer siz de benim gibi kronik kabızlık şikayeti çekenlerdenseniz tavsiye ederim. Ederim de kendim uyguluyor muyum? Harfiyen değil kısmen :)
Activia çok işe yarıyor inanılır gibi değil. Ama düzenli yemek şart.
Şişkinlik, kabızlık çekenler her gün yemeli bence. Su da çok önemli. Tabii hareket de ama tembellik fena bir şey. Ben de çok tembelim :(
Düzenli spor yaptığım 1 yıl boyunca hiç kabızlık şikayeti yaşamadığımı bilmeme rağmen spor yapmıyorum. Ayıp bana...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Siklamen

Çiçekleri çok seviyorum. Küçücük balkonumda çeşit çeşit çiçekler yetiştiriyorum. Bazen başarılı oluyorum bazen kurutup, çürütüyorum :) Ama asla mevsimine uygun çiçek ekmeyi ihmal etmiyorum. Toprağı mıncıklamayı, koklamayı çok seviyorum. Kırmızı ojelerime ve uzun tırnaklarıma aldırmaksızın 10 parmağımla çiçek ekmeye bayılıyorum. Her şey gibi çiçek yetiştirmek de emek istiyor, insan zamanla tecrübe kazanıyor. Yavaş yavaş öğreniyoruz işte diyelim. Yukarıda gördüğünüz canım siklamenim en sevdiğim çiçeklerimden. Soğuk bir kış günü almıştım onu. Soğuk gecelere, karanlık günlere aldırmaksızın, güzel çiçeklerini hiç esirgemedi benden. Kışın balkonda yetiştirmek için en ideal çiçek bence siklamen. Size özlediğiniz baharı yaşatıyor. Ama ilkbaharın sonunda hava ısınmaya başlayınca yavaş yavaş kuruyup, yok oluyor :(
Fakat sakın öldü sanıp atmayın çünkü soğanı canlı kalıyor. Bu durumda yapılması gereken şey soğanı saksıdan çıkarmaksızın kuru, serin ve karanlık bir yerde saklamakmış. Ben de yeni okudum ve Temmuz başına kadar azimle dayanan siklamenimi yaz uykusuna yatırdım. Sonbahar başında saksını ve toprağını değiştirerek tekrar balkondaki yerine yerleştireceğim ve sulamaya başlayacağım. Umarım pembe çiçeklerini bu kış da esirgemez benden. Zira iyi korunan soğan uzun yıllar boyunca çiçek veriyormuş. Hadi bakalım hayırlısı.
Son olarak siklamen sevenler için önemli not: Siklamen soğuk seven bir dış mekan kış bitkisi ve sonbaharda yaprakları, kışın ise çiçekleri çıkıyor. Yapraklarına su sıçratmamak ve çiçekliyken çok sulamak önemli.
Ayrıca tüm çiçeklerimi yemeğe bayılan kediciğim Nimbus, siklamenime hiç dokunmuyor. Ne büyük şans bizim için :)

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Baştan Çıkaran Tatlılar

Uzun süredir eve Nutella almıyorum. Çünkü aldığım zaman gece bir şey beni dürtüyor ve televizyonun karşında kaşık kaşık Nutella yiyerek mest oluyorum. Onun mutfakta olduğu fikri insanı kışkırtıyor. Evde olmadığı zaman aklıma gelmezken, evde olduğu zaman kendimi tutamıyorum. Bu arada müşterimiz Sarelle bundan 6 ay önce bizi toplantıya çağırdığında ürününün ne kadar doğal ve leziz olduğunu anlata anlata bitiremedi ve bize bir kaşık ve bir kavanoz Sarelle uzattı. Ben de bir Nutella aşığı olarak süper önyargılı bir şekilde bir kaşık Sarelle'yi afiyetle hüplettim. Gerçekten de beklemediğim kadar enfes olduğunu söyleyebilirim. Devamında hediye olarak eve gelen bir kavanoz Sarelle'nin akibeti de Nutella'dan farklı olmadı. Sabahları ekmeğe süremek yerine, geceleri kaşıklandı. Ve böylece Sarelle maceram da başlamadan bitmiş oldu çünkü bir daha almadım. Bugün kızlar fotoğraf çekiminden ellerinde 2 kutu tatlıyla geldiler. Hepsi Sarelle'yle yapılmış birbirinden leziz tatlılara ajansca karınca gibi üşüştük diyebilirim. İçlerinden 2 tanesi vardı ki akıllara zarar. Hemen tariflerini aldım. Buyrun dostlar. Tatlı yiyelim tatlı konuşalım. Güzel kilolarımızla yuvarlana yuvarlana dolaşalım.

SARELLELİ CHEESECAKE

Malzemeler:
3 paket krem peynir light
150 gr süzme yoğurt
1 yemek kaşığı un
2 adet bütün yumurta
4 adet yumurta sarısı
150 gr pudra şekeri
1 adet rende portakal kabuğu
1 adet sarelle kakaolu
1,5 paket burçak bisküvi
150 gr tereyağı

Yapılışı:
Tereyağı eritin, burçak bisküvileri iyice parçalayarak tereyağla karıştırın. Bastırarak kabın zeminine yerleştirin. Üzerine Sarelle'yi ekleyin. Geri kalan diğer malzemeleri çırpıcıda 5 dakika çırpıp üstüne dökün. 130 C ısıtılmış fırında 1 saat pişirin. Soğuduktan sonra dilediğiniz sos ile servis yapabilirsiniz.


SARELLE FINDIK EZMELİ SICAK SUFLE KEK

Malzemeler:
Sarelle fındık ezme 120 gr
Bitter çikolata 250 gr
Tereyağı 225 gr
Toz vanilya 2 paket
Şeker 60 gr
Bütün yumurta 5 adet
Yumurta sarısı 5 adet
Un 60 gr
Vanilyalı dondurma
Alüminyum kap 10 adet

Yapılış
Tereyağıyla çikolatayı benmari usulü eritin Yumurtalar ile şekeri mikserde 3 dakika çırpın Sırasıyla erimiş çikolatayı, unu, vanilyayı ekleyip 2 dakika daha çırpın. Alüminyum kapların içini bir fırçayla iyice yağlayın. Yapışmaması için hazırladığımız harcı, kabın yarısına doldurup içine 12 gr sarelle fındık ezmesi koyun. Üzerine geri kalan harcı tamamlıyın. 180 C fırında 10 dakika pişirip, yanında dondurmayla sıcak servis yapın.

(Ölçüler pek bir garip, nasıl hesaplanıyor ben anlamadım. Siz anladıysanız bana da anlatın.)

21 Temmuz 2009 Salı

Simple is the Best!

Reklamcılık düşünülmeyeni düşünmek, yapılamayanı yapmak, söylenmeyeni söylemek...
En azından öyle olduğunda yaratıcı ve dikkat çekici oluyor. Şu işin güzelliğine bir bakın.
"50 centle hayat kurtarın"
Enfeksiyonlara ve hastalıklara karşı tüm dünyada çocukların aşılanması gerektiğini duyuran ve kapı kapı dolaşarak bağış toplamak yerine duraklara yapılan bir uygulama.
Ne kadar basit ve ne kadar akıllıca değil mi?
Düşünülmeyeni düşünmek, yapılmayanı yapmak derken Amerika'yı yeniden keşfetmekten bahsetmiyorum anlayacağız.
"Simple is the best"
Peki bunu bizim ülkemizde uygulasak ne olur sizce? Bence herkes o paraları ordan almanın derdine düşer. Sizce?

20 Temmuz 2009 Pazartesi

SOLAR BEACH

Şükürler olsun sonunda dün siftah yaptım ve denize girdim. Yazı yarıladık ben hala denize ayağımı bile sokamadım derken dün sonunda denizle buluştum. Ne kadar özlemişim anlatamam. Sıcak ve bunaltıcı bir İstanbul pazarında hafif esintili, hiç dalgasız, ılık ve berrak Kilyos sahilinde bendeniz çocuklar kadar şendim. Siz de benim gibi bir deniz aşığıysanız ve iş güç nedeniyle İstanbul'dan uzaklaşamıyorsanız, havuz mu hiç bana göre değil diyenlerdenseniz, size tavsiyem Solar Beach. Açıldığı günden beri her sene en azından bir kere gidiyorum ve her gittiğimde de "oh be dünya varmış" diyorum. Bu ufacık hafta sonu kaçamağı bile insana o kadar iyi geliyor ki anlatamam. Sanki tatile çıkmışsın da İstanbul'dan başka bir yere gitmişsin gibi oluyor. Ama özellikle pazar günleri gidiş ve dönüş trafiği çok da uzaklara gidemediğini İstanbul'da olduğunu sana gayet güzel hatırlatıyor. Bu nedenle tavsiyem pazar yerine cumartesini tercih etmeniz. Yol bir nebze olsun daha rahat oluyor. Eğer müzik sevmem kafa dinlemek istiyorum diyorsanız yine Solar Beach'i tavsiye etmem. Keza hafta sonları tüm gün süren DJ performansı "haydi şimdi tüm eller havaya" cinsinden. Girişte alınan ücret biraz fazla diye düşünebilirsiniz ama kafanızı biraz uzatıp sağ ve soldaki diğer tesislere, halk plajlarına bakarsanız oralardan denize girmenin pek de mümkün olmadığını anlayacaksınız. İstanbul'da plaj demek; donlu çocuklar, şambrelli analar, haşemalı ablalar, kıllı babalar, bıçkın abiler demek. Bu nedenle özel beach'lere el mahkum para kazandırıyoruz. Ama paranızın karşılığı olarak size güzel bir tesis, güzleryüzlü personel, gözünü sizden ayırmayan can kurtaranlar, duş, şezlong, minder, şemsiye gibi deniz kenarında elzem olan şeyleri sunuyorlar.
Yeme-içme mekanları da oldukça çeşitli ve keyifli. Biz denizin üstünde tepede beyaz ahşap masaları ve uçsuz buçaksız manzarası olan Saroz Balıkçısını pek sevdik. Valla İstanbul'dan bunalanlara şiddetle tavsiye edilir. Adalardaki yosun ve denizanalarına karşılık Kilyos'un ipek gibi bir kumu ve berrak bir suyu var. Tabii ki Ege deniziyle kıyas bile kabul etmez ama hiç yoktan iyidir. En azından tuzsuz :)

Not: Fotoğraftaki plaj- Kilyos Solar Beach

16 Temmuz 2009 Perşembe

ÇARESİZSENİZ ÇARE SİZSİNİZ :)

Hastalıkların fiziksel nedenleri kadar zihinsel nedenleri de olduğuna inananlardanım. İnsanların kendini hasta edebilecekleri gibi iyileştirebileceklerini de düşünüyorum. Şu an için sadece düşünüyorum çünkü uygulamada bunu başarabilmek hiç de o kadar kolay değil. Ama en azından deniyorum. İlaca sarılmadan önce rahatsızlığımın nedeninin psikolojik olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Eğer zihinsel bir nedeni varsa kendimi telkin yoluyla rahatlatmaya çalışıyorum. Şimdi bir örnek vermek gerekirse; son bir haftadır işte çok bunaldım. Yaz olmasından dolayı sürekli aklım tatilde, denizde, gezmede... Mesaiye kaldığım geceler boyunca sürekli şunu düşünüyorum: Şimdi tatildekiler neler yapıyor acaba?
Ve bir kaşıntı basıyor her yanımı anlatamam. Çıldırtıcı düzeyde, kaşındıkça kaşınasım geliyor.
Louise Hay'in “Düşünce Gücüyle Tedavi” a bakıyorum ve gülüyorum :)
SORUN: Kaşıntı
OLASI NEDEN: Kaçmak ya da kurtulmak istemek.
YENİ DÜŞÜNME MODELİ: Şimdi ve burada huzur içindeyim. Tüm ihtiyaç ve arzularımın yerine getirileceğini bilerek benim için hayırlı olanı kabul ediyorum.
İşte bu kadar. Hepinize tavsiye ediyorum. Siz de bu kitaba bir göz atın.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Güleriz Ağlanacak Halimize

Bu hafta sonu yaşanan trajik olay, bu hafta hemen mizah dergilerinde kapaktaki yerini aldı.


Modunu Belirle Kendini Yenile


Geçen yaz bir müşterimiz için bir yaz aktivitesi hazırlamıştık. İstanbul'un belli caddelerine kurulan standlardan insanlara buzlu meyve kokteylleri sunmuştuk. Ama işin esprisi şuydu: Yukarıda gördüğünüz mini anketi çözerek bugün hangi modda olduğunuzu belirliyorsunuz. Biz de size ihtiyacınız olan şeyi söylüyoruz ve modunuza uygun kokteyli ikram ediyoruz. Siz de "hmmm enfes ne var bunun içinde" diye sorduğunuzda hemen mini kokteyl tarif kitabımızı sunuyoruz. Şimdi siz de bugün hangi modda olduğunuzu belirleyin, ben de kendinizi yenilemeniz için size uygun kokteylin tarifini vereyim.

POWER

Malzemeler:
3 adet portakal
2 adet çilek
6 adet frambuaz
1/2 muz
1/2 paket vanilyalı yoğurt
4 küp buz
Hazırlanışı:
Tüm meyveleri yıkayıp doğrayın. Tüm malzemeleri blenderda karıştırın. Buz küplerini ekleyip 30 saniye daha karıştırın ve soğuk servis edin.

RELAX
Malzemeler:
3 adet elma
Bir tutam taze zencefil
4 küp buz
Hazırlanışı:
Elmaları yıkayıp doğrayın. Zencefil ile beraber blenderda karıştırın. Buz küplerini ekleyip 30 saniye daha karıştırın ve soğuk servis edin.

CRAZY

Malzemeler:
4 adet portakal
1/2 limon
2 adet mango
1 adet kivi
4 küp buz
Hazırlanışı:
Tüm meyveleri yıkayıp doğrayın. Mangoların çekirdiğini alın. Tüm malzemeleri blenderda karıştırın. Buz küplerini ekleyip 30 saniye daha karıştırın ve soğuk servis edin.

LOVER
Malzemeler:
500 gr. çilek
150 gr. çilekli yoğurt
2 paket vanilya şekeri
3 yemek kaşığı şeker
250 ml. süt
250 gr. labne peyniri
4 küp buz
Hazırlanışı:
Çilekleri yıkayıp doğrayın. Tüm malzemeleri blenderda karıştırın. Buz küplerini ekleyip 30 saniye daha karıştırın ve soğuk servis edin.

14 Temmuz 2009 Salı

Güneşlenirken Dikkat!

Temmuz'un ayını yarıladığımız şu günlerde çevremde yanık insanların sayısı gittikçe artıyor. Ben ise hala ayağını denize sokamamış bir insan olarak Pamuk Prenses kıvamında takılıyorum. Yazın bronzlaşmak ve güzel bir cilde sahip olmak herkesin isteği. Ama güneş ışınları faydalı olduğu kadar tehlikeli de. Bir kere cildin en büyük düşmanı güneş. Cildi yaşlandırdığı gibi bizim gibi açık tenlilerde güneş lekelerine de neden oluyor. Hatta aşırısı cilt kanserine bile davetiye çıkarıyor. Bu nedenle denizin ve havuzun tadını çıkaracağınız bir tatil için bavullarınızı hazırlarken güneşin zararlı ışınlarından koruyan ve sağlıklı bir bronzluk sağlayan güneş bakım ürünlerinizi yanınıza almayı unutmayın. Aksi takdirde tatilinizde tatsız sürprizlerle karşılaşabilirsiniz.


• Güneşe saat 11.00 – 14.00 arası çıkmamaya özen gösterin.
• UV ışınları suyun 10 metre altında dahi etkili olabilir.
• Gölge koruyucudur ancak güneş ışınları sudan ve kumdan yansıyacağı için gölge altında bile koruyucu kullanmak gerekir.
• Güneş ışınları beyaz bulutlardan dahi geçebilir.
• Kullanılan koruyucular, UVA ve UVB ışınlarına ve suya dayanıklı olmalıdır.
• Kulak arkaları, diz kapakları, dirsekler ve ayaklar da güneşten korunmalıdır.
• Havlu ile kurulandıktan sonra her 80 dakikada bir vücuda koruyucu ürünler uygulanmalıdır.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Nasıl Bir Blogcuyum?



Kardeşim beni mimlemiş. El mahkum yazacağız. Bakalım ben nasıl bir blogcuymuşum?

Nasıl Başladım?
Arkadaşım Ebru "sıradan bir insanın günlüğü"nü yazıyordu. Çok da güzel yazıyordu. Sonra bir gün ben de yazmaya karar verdim çünkü bir anda hayatım 180 derece değişti ve 9 yıllık bir beraberliğin ardından yeni bir hayata merhaba dedim.

Neden Yazıyorum?
Aslında benim işim yazmak. Yani yazarak para kazanıyorum. Baktım ki sürekli başkaları için birşeyler yazıyorum. Kendim için yazmak istedim. Rahat ve özgür. Eskiden günlük tutardım. Sonra ufak defterlere not almaya başladım. Şimdiyse blog yazıyorum. Aralarda dönüp bakmak için eşle dostla iletişim kurmak için. Temelde unutmamak, unutulmamak için :)

Yazmaya Zamanım Var mı?
İşim bu dedim ya. Ben zaman bulamayacağım da kim bulacak? Ama canımın istemesi, keyfimin yerinde olması lazım. Zaten tüm gün zorunlu olarak yazdığım için kendimi zorlama taraftarı değilim. İçimden geldiğinde yazıyorum. Gelmediğinde hiç zorlamıyorum.

İddialı mıyım?
Hiç değilim. İddialı olmam için reklamcı gibi düşünmem lazım. Onu zaten sürekli yapıyorum onun için burada strateji geliştirmeye, reyting kaygısına düşmeye hiç niyetim yok.

Neden Şen Dul?
Hayatımın değişmesine neden olan medeni durum değişikliğimden dolayı.

Ben Kimim?
31 yaşında bir reklam yazarıyım. Kediseverim, tatilseverim, çiçekseverim, tiyatroseverim, ailemi, dostlarımı severim...

Neden Blog Okuyorum?
İş icabı, çoğunlukla ise dostlarımdan haber almak amaçlı.

Sıra geldi birini mimlemeye. Demetimi mimliyorum. Uzun süre soluksuz okuduğum arakadaşım Demet, şimdi benim gibi keyfekeder yazmaya başladı. Ama benim gözüm her gün bir onun bir de Filizimin blogunda. Onun için yaz bakalım Demetim "sen nasıl bir blogcusun?"

11 Temmuz 2009 Cumartesi

ANGEL BLUE

Yengeç burcu kadını olarak en sevdiğim yerler daima deniz kenarları olmuştur. Denize girmem şart değil, görmem, koklamam ve hissetmem bile yeterli. Bambaşka bir ruh hali sarıyor içimi. İstanbul Boğazı'ndaki restoranlar, cafe ve barlar da bence dünyada eşsiz. Böyle bir şehirde yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Ve hemen her Boğaz'a gittiğimde ruhumu yeniliyorum. 31. yaş doğum günümde de tercihim yine deniz kenarından yana oldu. Benim gibi denizi ve deniz mahsüllerini çok seviyorsanız size çok güzel bir mekan önereceğim: Baltalimanı'nda Angel Blue Restaurant. Biz de buraya dün akşam ilk defa gittik ama daha çok gitmeye kararlıyız. Mekanın konumu enfes, yemekleri muhteşem. Kalamar, karides, lakerda ve barbun bizden tam not aldı. Son zamanlarda gittiğimiz farklı yerlerdeki birçok balık restoranını sollayarak ilk sıraya geçti. Balık severlere duyurulur...

10 Temmuz 2009 Cuma

Kusursuz Makyajın İncelikleri


• Makyajın yüzde doğal ve güzel durması için cilt tipine uygun ürünler seçmek, makyajın ilk şartıdır.
• Yağlı ciltlere su bazlı fondöten ya da wet and dry pudra, kuru ciltlere ise ağırlıklı olarak pata-cream veya fondöten öneririz.
• Yüzde fondöten rengini denemek için en uygun bölge boyun ve çene çizgisidir.
• Fondöteni alttan cilt gözükecek kadar ince sürmek, doğal görünmesini sağlar.
• Yüzü daha pürüzsüz hale getirmek için fondöten yukarıdan aşağıya doğru sürülmelidir.
• Elmacık kemiğinin en sivri olduğu nokta en koyu allık sürülecek noktadır.
• Gözleriniz büyükse içine, küçükse dışına göz kalemi çekiniz.
• Aydınlık ve canlı bakışlar için göz makyajına başlamadan önce, göz altındaki koyuluklar ten rengine uygun bir concealer ile kapatılmalı ve pudrayla sabitlenmelidir.
• Göz kapağına süreceğiniz eyeliner ile kirpiklerinizi daha gür gösterebilirsiniz.
• Eyeliner gözün dış ucundan içeri doğru uygulanmalıdır.
• Daha uzun kirpikler için maskarayı kirpiklerin üstenden yana doğru sürmeniz gerekir.
• Dudaklarınızın daha dolgun gözükmesini istiyorsanız dudağın ortasına daha koyu renk ruj uygulamalısınız.
• Dudak kaleminin rengi tenin iki ton koyusu olmalıdır.

9 Temmuz 2009 Perşembe

YENİ YAŞ DİLEĞİ

Zaman su gibi akıp geçiyor, tutabilene aşk olsun. Bir zamanlar büyümek için can atan ben şimdi doğum günlerimde yaşımı yarım ağız söyler oldum. Oysa 20'lerimden sonra dolu dolu söylerdim yaşımı. Hatta doldurduğum değil bastığım yaşımı. Hiç unutmuyorum 15-16 yaşlarındayken yaşımdan büyük gösterdiğim için gurur duyuyordum. Bana 18-19 dediklerinde gevrek gevrek gülüyordum. Şimdilerde bastığım yaşımı söylemez oldum. Doldurduğum yaş bile fazla geliyor söylerken ağzıma. Yaşımı söylemekten zevk aldığım tek nokta "aaa" hiç göstermiyorsun demeleri. Şimdiki tahmin 26 civarlarında. Bu da beni nasıl mutlu ediyor anlatamam :) Bugün bir yaş daha yaşlanırken aslında tek dileğim; kendimin ve sevdiklerimin her zaman şimdi ki kadar sağlıklı kalabilmemiz. Bunun için zamanı durdurmak gerekiyorsa lütfen artık durdurun. Hadi durduramıyorsunuz diyelim en azından yavaşlatın ki sindire sindire yaşıyalım bu güzelim yılları...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Kadınların Vazgeçemediği Tutku: MAKYAJ

Göz Şekline Uygun Makyaj Önerileri
Doğru makyaj ile daha alımlı ve çekici bakışlara kavuşabilirsiniz.

Çukur Gözler:

• Gözkapağının tamamına uçuk bir far veya kapatıcı kullanınız. Koyu renk far, gözü daha çökük göstereceğinden kullanmaktan kaçınınız.
• Farı kaş kemiği üzerinde hafifçe dağıtınız. Gözü ortaya çıkarmak için, en açık renk farla göz kapağının ortasına doğru gölge yapınız.
• Göz kapağının ve alt kirpiklerin diplerini içten dışa doğru bir kalemle çiziniz.
Küçük Gözler:
• Gözü çepeçevre göz kalemi veya farla boyamak daha küçük gösterir.
• Dış kirpiklerin arasına süreceğiniz uçuk renkli bir far veya kapatıcı küçük gözleri büyütür.
• Göz kıvrımına kadar, gölgeyi bütün göz kapağı üzerine uygulayınız.
• En koyu renk farı göz kıvrımında dağıtınız.

Yakın Gözler:
• Gözler birbirine yakınsa, makyaj gözün dış kısmına ağırlıklı olarak yapılmalıdır.
• Göz kapağının içinden dışına doğru, göz kapağının yarısına kadar beyaz far sürünüz.
• Dış kısmına doğru far rengini koyulaştırınız.
• Göz kapağınızın dışa doğru kirpik diplerinden bir kalem ile üçte ikisini çiziniz. Kalemi gözlerin içine doğru kullanmayınız.
Ayrık Gözler:

• Koyu renk farı göz kapağının iç köşesinden gözün dışına doğru uygulayınız. Ancak açık ve koyu renklerdeki farın uyumuna dikkat ediniz. En açık far tonunu kaşın altında yoğunlaştırınız.
• Göz kapağını içten dışa doğru kirpik diplerinden bir kalem ile çiziniz.
• Gözaltının dış kısmını ortaya kadar kahve tonunda bir kalem ile diğer yarısını içe doğru siyah bir göz kalemi ile çizip gözleri yakınlaştırabilirsiniz.
Şiş Gözler:
• Şiş gözlerin en büyük kurtarıcısı yeşil renkte fardır.
• Kaş altına ten renginize yakın bir renk uygulayınız.
• Göz kapağınızı ise koyu yeşil bir farla belirginleştiriniz.
• Sadece üst kirpiklere rimel sürerek göz kapaklarınızı gizleyebilirsiniz.

Göz Rengine Uygun Far Önerileri

Mavi Gözler:
Gözlerinizin doğal güzelliğini ortaya çıkarmak için, turuncu ailesinden bir ton seçiniz. Toprak renklerinden turuncu grubu, çikolata kahvesi, bejlerin yanı sıra mandalina rengi gibi
gibi canlı tonları tercih ediniz.
Yeşil Gözler:

Gözleriniz yeşilse, bakışlarınızı keskinleştirmek için, kırmızı paletinden bir renk seçebilirsiniz. Pembeler ve sıcak lavanta tonları gözlerinize en iyi giden renklerdir. Ayrıca açık sarıya çalan bakır tonlarını çok ince bir şekilde kullanırsanız ilgi çekici bir makyaj sağlayabilirsiniz.
Kahverengi Gözler:
Kahverenginin kontrastı olan mavi, gözlerinizi son derece çekici gösterecektir. Zengin bir kobalt, parlak bir gök mavisi veya uçuk bir bebek mavisi kullanabilirsiniz. Işıltılı bir mavi tercih ediyorsanız, daha dramatik bir etki için, gözünüzün alt tarafını koyu mavi bir kalemle çizerek, kalemin üzerine açık renkteki farı sürünüz.
Ela Gözler:
Kahverengi tonları bu göz rengini belirginleştirir. Yalnız kahverengi tonlarını göz kapağı ve kaş kenarına doğru farklı tonlarda kullanmak daha doğru olacaktır.

7 Temmuz 2009 Salı

En Yüce Yumruk: TAI CHI



Yumuşak stil savaş sanatı olarak kabul edilen Tai Chi Chuan’ın temeli, eski Hindistan'da yapılan yoga çalışmalarına dayanır. Fakat Çin felsefesinin mabedi sayılan Saholin Tapınağı’nda doğmuş ve gelişmiştir. Tai Chi Chuan’ın birçok farklı stili vardır. Fakat bugün Batı’da uygulanan Tai Chi, yoga ve meditasyon uygulamalarından derlenmiş form ve figürler biçimidir. Çoğunlukla sağlıklı ve uzun bir yaşam amacıyla uygulanır.

Tai Chi felsefesinde esas amaç, insanı içindeki yıkıcı enerji potansiyelinden uzaklaştırmak, bu enerjinin dağıtılmasını sağlamak, bir tehlike anında kontrolü sağlayabilme yeteneği kazandırmaktır. Temelde yaşam enerjisini yoğunlaştırmayı, uzuvlara yaymayı ve tüm bedende dolaştırmayı öğretir. Vücutta tam bir gevşeme sağlar ve kaslarda olabildiğince yumuşak olunarak uygulanır. Bu onu, kasların en yüksek gerginlikte kullanıldığı diğer sert savaş sanatlarından ayırır.

Tai Chi ruhun ve bedenin disipline edilmesidir. Bu nedenle Tai Chi formlarını çalışmadan önce ciddi beden kondisyon çalışmalarıyla esneme egzersizleri yapmak gerekir. İlk ortaya çıktığı zamanlarda yüksek düzeyli bir savunma sanatıyken, günümüzde esas olarak sağlık amaçlı kullanılan, gerginlik ve stresle ilgili problemleri ortadan kaldıran Çinlilere ait bir dövüş sanatıdır.

Yanlış duruş, yanlış beslenme ve stres, zamanla insan vücudunda çeşitli blokajlar oluşturur. Yaşam enerjisi anlamına gelen “chi”nin, vücut içerisindeki akışına engel olan bu blokajlar, önlem alınmadığı takdirde insan sağlığını tehdit edebilir. Tai Chi’nin temel amacı, bu dolaşımın vücutta düzenli bir şekilde akmasını sağlanmaktır. Eski bir dövüş sanatıyken, günümüzde tıbbı tamamlayıcı bir tedavi olarak kullanılmasının asıl nedeni budur.

Doğru, nefes alma teknikleri ve yavaş hareketlerle yapılan Tai Chi’nin hafıza, yoğunlaşma, denge ve esneklik açısından da olumlu etkileri olduğu ortaya çıkmıştır. Bunlara ek olarak Tai Chi;
• Zihni dinlendirir. Sinir sistemi için son derece faydalıdır.
• Çeşitli duruş bozukluklarını düzeltir. Fiziksel tedavilerde kullanılmaktadır.
• Sindirimi canlandırır. Mide ve bağırsak ülserlerinde iyileştirici etkisi kanıtlanmıştır.
• Kan dolaşımını düzenler. Tansiyonu dengeler.
• Vücuttaki enerjinin her noktada dolaşımını sağlayarak, canlılık ve sağlık kazandırır.
• Yaşlanmayı geciktirir.

Tai Chi Chuan; insanı, Çinlilerin anlatımıyla bir çocuk kadar 'ben' duygusundan uzak, bir oduncu kadar sağlıklı ve bir bilge kadar sakin ve huzurlu yapar.


6 Temmuz 2009 Pazartesi

Evrenin Bize Armağanı: REIKI


Kökleri çok eskilere dayanan Reiki, Tibet uygarlığında şifa vermek için uygulanan bir yöntemken, 1900’lü yılların başında Japon rahip Mikao Usui tarafından yeniden ortaya çıkarılmış ve alternatif tıbbın önemli bir kolu olmuştur. Bugün dünyada yaklaşık iki milyon insan tarafından uygulanan bu yöntem, sadece fiziksel boyutta değil, zihinsel ve ruhsal boyutta da şifa verici özelliklere sahiptir.

Japonca iki kelimeden türeyen Reiki, “Evrensel Yaşam Enerjisi” anlamına gelir (Rei: Tanrı, Ki: Enerji). Yaşam enerjisi olarak adlandırılan bu enerji tüm kültürlerde farklı kelimelerle adlandırılır. Çinlilerde “Chi (Ki)”, Hintlilerde “Prana”, Avrupalılarda “Bio enerji, kozmik enerji”, Tasavvufta ise “Nefes” olarak geçer. Bu enerjinin tüm canlılara doğumla birlikte verildiğine inanılır. İşte Reiki, insandaki bu yaşam enerjisini artırıcı bir yöntemdir. Uygulaması son derece kolay olan bu yöntemin eğitimi üç aşamadan oluşur.

1. aşama: Kişi, Reiki Master’dan inisiyasyon alır. Yani hoca öğrencisine, bu enerjiyi kullanma yeteneğini transfer eder. Böylelikle kişi Reiki enerjisine kanal olup, onu kullanmaya başlar.
2. aşama: Kişi bazı sembolleri kullanarak sadece dokunarak değil, zihinsel olarak da uzaktaki kişilere şifa göndermeyi öğrenir.
3. aşama: Öğretmenliğe giden yoldur. Yani kişi Reiki sistemini ve mantığını başkalarına öğretecek düzeye gelir.

Reiki’nin beş temel prensibi vardır: 1) Kızma, 2)Endişelenme, 3) Dürüst Ol, 4) Saygılı Ol, 5) Şükret. Bu prensipleri benimseyen kişi, aslında temelde kendi bilinç değişikliğini gerçekleştirerek ruhsal, dolayısıyla da fiziksel iyileşme sürecini başlatmış olur. Bugün artık birçok hastalığın temelinde zihinsel nedenlerin olduğu ve hastalığa neden olan zihinsel nedenlerin değişmesiyle hastalığın da iyileştiği bilinmektedir. Reiki asla tıbbın yerine geçmez ama iyileşme sürecini hızlandırır. Bedendeki enerjileri dengeleyerek rahatlamanızı sağlar. Ruhsal gelişimizi pozitif yönde etkileyerek, sorunlarla daha kolay baş etmenize yardımcı olur.

Evrenin bize bir armağanı olarak görebileceğimiz Reiki, temelde günlük olarak harcadığımız enerjiyi vücudumuza geri kazandırmamıza yardımcı olsa da, aslında içsel bir arınma ve ruhsal farkındalığın artmasını sağlar. Reiki değişime neden olur. Hayata karşı farklı bir bakış açısı geliştirerek olaylara pozitif bakmanıza ve daha mutlu bir insan olmanıza yardım eder.

3 Temmuz 2009 Cuma

Geleneksel Türk Tatlılarının Sultanı: LOKUM


Geleneksel Türk mutfağının mihenk taşlarından biridir lokum. Türk kültürüyle özdeşleşmiş yurtdışında bile “Turkish Delight” adıyla ün kazanmıştır. Osmanlıca “Rahatu’l-Hulküm” yani boğazı rahatlatan anlamına gelen Arapça bir tabirden türediği rivayet edilen lokum, gerçekten de yendiği zaman boğazda bir rahatlık hissi uyandırır.

Sarayda lokum ilk olarak Sultan Abdülhamid’in haremde geçirdiği zamanları daha eğlenceli hale getirmek için hazırlanmıştır. Lokumun ilk üreticilerinden sayılan Hacı Bekir Efendi, o dönemde padişahın takdirini kazanarak sarayın şekercibaşısı olarak hizmet vermiştir.

Şimdilerde sade, orta ve şekerli olarak içilen Türk kahvesi, o dönemlerde sadece sade olarak tüketildiğinden, yanında kahve bitene kadar emilmesi için lokum ikram edilir ve kahve zevki katlanırmış.

Türk kültürüne “tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” felsefesiyle yerleşen şeker ikramının başrol oyuncularından biri olan lokum, sadece misafire ikram edilen bir lezzet değil, kız istemeye giderken de götürülecek kadar değerli bir tatlıdır bizim için. O kadar ki, sevdiğimiz ve beğendiğimiz şeyler için “lokum gibi” tabirini kullanırız. Rüya yorumlarında bile yeri vardır lokumun; rüyasında lokum yediğini gören kişinin kısa sürede sevinçli bir haber alacağı, lokum ikram edenin ise başkalarını sevindireceği söylenir.

Eskilerde filanca teyzenin evine gittiğimizde mutlaka ikram edilen lokum, şimdilerde yurtdışına giderken götürülen bir hediye, turistik bölgelerde satılan sembolik bir lezzet oldu çıktı.

Oysa Hacı Bekir Efendi’nin çifte kavrulmuş fıstıklı lokumu bence her zaman evde arada bir kendimizi şımartmamız için bulunmalı.

Hayata keyif katan lezzet: TÜRK KAHVESİ


Sabahları güne zinde başlamak için, güzel bir yemeğin ardından hazmı kolaylaştırmak için, günün yorgunluğunu atmak veya sohbete lezzet katmak için... Yüzlerce neden sıralanabilir Türk Kahvesi içmek için.

Kokusu, tadı, hazırlanışı ve ikramıyla başlıca başına bir seremoni Türk kahvesi. Yanında bir bardak su ile özel fincanda servis edilir. Kahveden önce su içilerek, ağız diğer tatlardan arındırılır ve kahvenin eşsiz tadına hazırlanır.

Kahvenin keşfedilişiyle ilgili çeşitli rivayetler mevcut. Bunlar arasında en çok bilinen 3. yüzyılda Habeşistan’ın Kaffa şehrine yerleşen rahiplerle ilgili. Rahipler bir gece hayvanlarının bir türlü uyumadıklarını, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle sürekli hoplayıp zıpladıklarını görmüşler ve bu durum bir süre daha devam edince şüphelenerek onları takip etmişlerdir. Hayvanlarının tuhaf yabani bir bitkiyi yediklerini gören rahipler, kerametin bitkide olup olmadığını anlamak için bitkiyi denemişler ve kendilerini her zamankinden zinde ve canlı hissetmişlerdir. Böylece kahve insanoğlunun hayatına girmiştir.

19. yüzyıl sonuna kadar çiğ kahve çekirdekleri olarak satılan ve evlerde tavalarda kavrulduktan sonra el değirmenleriyle öğütülen kahve, 1871 yılında Mehmet Efendi tarafından dibeklerle öğütülüp hazır satılmaya başlanmıştır. Daha sonra Kurukahveci soyadını alan aile, bugün hâlâ Tahtakale’de hizmet vermektedir.

Türk kahvesi geleneği, kültürümüzde büyük anlamlar taşır. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözü kahveye yüklenen anlamın en güzel örneği. Kahve içmek bizim için o kadar önemli bir ritüel ki ‘kahvaltı’ kelimesi bile kahve – altı sözcüklerinden türemiş.

Evlilik öncesi kız istenirken, gelinin damadın ailesine kahve yapması âdetini de unutmamak gerekir. Gelin adayı tarafından özenle pişirilen kahve, kızın el becerisinin göstergesi olarak kabul edilir. Tabii şu ucuza satılan çok köpürten plastik makineler hayatımıza girdiğinden beri bu işte şike var ama olsun, âdet yerini bulsun.

Ayrıca Türk kültüründe ev sahibinin hazırladığı kahve misafirine verdiği önemi gösterir. Kahveler içilip sohbet koyulaştıktan sonra sıra kahve falına gelir. Fincanda kalan kahvenin telvesine anlamlar yükleyerek bakılan fal, kahve tarihi kadar eski bir gelenek. Fincan evrilir çevrilir, atılır tutulur, geleceğe dair kehanetlerde bulunulur.

Aslında gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül muhabbet ister kahve bahane.