28 Haziran 2007 Perşembe

EBRU GİTMEEEE!!!


Kahkahalarıyla ajansı çınlatan biricik dostum yarından sonra yok.

123'ü tuşlayıp "sigara" dediğimde koşup gelinim olmayacak.

Kime anlatacağım ben şimdi kendimi? Kim beni anlayacak?

Ne güzel kaynatıyorduk oysa ki iki arada bir derede.

Şimdi eskisi gibi olmayacak hiç bir şeyin tadı.

Ne sabah kahvaltıları, ne öğle yemekleri, ne de akşamüstü kahveleri...

EBRU GİTMEEEEEEEEEEE :)


Dost dediğin yaren ile yoldaştır
Belki arkadaştır belki kardeştir
Belki ana baba belki de eştir
Dostluk öyle kolay kurulmuyor ki

Dostluk yaren ile gönül bağıdır
Dostluk duyguların olgun çağıdır
Dostluk bir yemeğin belki yağıdır
Dostluk öyle kolay kurulmuyor ki

Dostluk para ile alıp satılmaz
Elinin tersiyle hemen itilmez
Dostluk bozulursa rahat yatılmaz
Dostluk öyle kolay kurulmuyor ki

Dost olmak özüyle belki barışmak
Sevgiyle güvenle aşkla karışmak
Kendine güvenmek belki konuşmak
Dostluk öyle kolay kurulmuyor ki

Elemde kederde güzel şeylerde
Dağlarda şehir de belki köylerde
Yaşamın sürdüğü her türlü yerde
Dostun olmaz ise yaşanmıyor ki

Dostların yanında rahat edersin
Çok rahat konuşur her şeyi dersin
Dostluk çok önemli sen de bilirsin
Dostluk öyle kolay kurulmuyor ki

Erol Duran


Not: Ebru şimdi sen bizim bu fotoğrafımıza da laf edersin ama bizim birlikte çekilmiş güzel bir fotoğrafımız yok ki ben napayım?

27 Haziran 2007 Çarşamba

OLAYLI PARTİNİN ARDINDAN







Filizciğim parti fotoğraflarını yolladı sağolsun. Böylece partimiz belgelenmiş oldu. Aslında herşey başta çok güzeldi...
Gelen tüm dostlarım sağolsun. Keşke sonu da öyle bitmeseydi ama... Yıllarca anlatacak bir anımız oldu :P

25 Haziran 2007 Pazartesi

SABAH AKŞAM OKUNMASI İÇİN


Sevdiğim

Söylüyor

Bensiz olamayacağını

Bu yüzden

Kendime dikkat ediyorum

Yolda yürürken önüme bakıyorum

Ve korkuyorum her yağmur damlasından

Sanki beni ezecekmiş gibi.


Bertolt Brecht

19 Haziran 2007 Salı

SENİNLE YAŞLANMAK İSTİYORUM...

Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum.
Benim olduğun kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum.
Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp, anlatalım.
Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.
Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.
Sen hep dertlenip, içip, eve gelmelisin.
Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız.
Öyle ki, yalnız sıkılmak, sıkmalı bizi.
Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim.
Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız.
Ya da bazen dostlarla, ucuz biralar içerek.Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuğumuz olmalı.
Düşünsene, senin ve benim olan bir canlı.
Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız.
Sen arada mızıkçılık yapmalısın.
Ve ben söylenerek, sıranı almalıyım.
Yorgun olduğun için yemek yapmamalısın.
Söylenerek yumurta kırmalısın.
Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp, yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken, her şeyiyle yaşanmış bir hayatımız olmalı.
Her şeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden.
Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı.
Saçlara düşünce aklar, ya da gidince aklar.
Çocukları güvence altına alıp, gitmeli bu şehirden.
Kavgasız, her sabah cinayetle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz.
Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız.
Eve gelip, benden kahve istemelisin.
Çocuklar gelmeli ziyaretimize.
Geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız.
Ben 'Bey' demeliyim sana, sen de 'Hanım'
Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni.
Tebessümler açtırmalı yüzünde.
Bir gün bu hayatı bırakıp giderken,
Sadece mutluluk olmalı yüzümüzde,
Birbirimizi sevmenin gururu olmalı 'her şeyde...'

CAN YÜCEL

13 Haziran 2007 Çarşamba

DOĞRU SÖZE NE DENİR?


Normalde sokak kedisi kendini saldırgan köpeklere karşı koruyabilirmiş. Bu direnci kıran tek şey neymiş biliyor musunuz? Sevgi... İnsanoğlu, eğer bir sokak kedisinin başını okşar ve ona şefkat gösterirse kedicik kendisinin koruma altında olduğunu zanneder ve sivri tırnaklarını içeri çekermiş. Ve vahşi köpeklerin azgın dişlerini gırtlaklarında veya itlaf ekiplerinin zehirli etlerini midesinde bulurmuş.

Küçücük bir dokunuşta gardı düşen ve ölümcül yaralara açık hale gelen sarmanların kaderinde kendi aşk hayatımızın bir özetini buldum. Biz de Eros'un şefkatine sığınıp, sevdalanınca en mahrem zaaflarımızı ele vermiyor muyuz?

Yıllar yılı ardına sığındığımız barikatların anahtarını gönüllü teslim edip, tırnaklarımızı içeri çekmiyor muyuz?

Sevginin bizi kollayacağına, sarıp sarmalayacağına dair ön kabulümüz yüzünden koruma duvarlarımızı gönüllü kaldırıp, yaralarımızı açık hale getirmiyor muyuz? Sonra ne oluyor? Sevdamız en büyük zaafımıza dönüşüyor.

Saçımızı okşayan elin bizi ilelebet kollayacağına inanıyor, tatlı sözlere kanıyoruz. Taklalar atıp, cilveler yapıyoruz. Ve en ummadığımız anda, en korunaksız halimizle yakalanıyoruz aşkın hoyrat yüzüne... Şefkatimiz katilimiz oluyor.

Ders almak mı? Ne münasebet! Daha son ihanetin yarası kabuk bağlamadan, yeni yaralar için aralıyoruz kalbimizin kapılarını... Zavallı bir kedi yavrusundan farkımız yok aşkın karşısında...

Boynumuzda, kalbimizde pençe pençe darbe izleriyle, her sıcak dokunuşta çocukça uysallaşıp, her hayal kırıklığında "köpek gibi" pişman olarak, her terk edişte acı çekip her dönüşte biraz daha kanayarak, kanayan yerlerimizi kediler gibi dilimizle yalayarak, "Bir daha asla"larla "Daima"lar arasında yalpalayarak yara bere içinde yaşıyoruz.

O yüzden "Melek"ler, içe kıvrık patilerle gömülüyor. Ve hayata "Şeytan”lar hükmediyor. Belki de en iyisi kuyruğu her daim dik tutmaktır...

Şefkate kanmış mevta bir ev kedisi olmaktansa, gardını almış hayatta bir sokak kedisi kalmak daha iyidir.


Yazan kim bilmiyorum ama duygularıma tercüman olmuş.

7 Haziran 2007 Perşembe

HEP BANA


Bugünkü moduma uygun şarkı Onno Tunç Şarkıları albümünden geldi.


HEP BANA

Hem vazgeçip hem seçtiklerimle yepyeni bir dünya kursam
Hem isteyip de hem yapmadığım hayallerim gerçek olsa
Evli olup bekâr kalsam
Çalışmadan zengin olsam
Çok yiyerek zayıflasam
Sevgilimden ayrılmadan her gün yeni aşk yaşasam
Bana hep bana
Hep bana bana…

Hem vazgeçip hem seçtiklerimle yepyeni bir dünya kursam
Hem isteyip de hem yapmadığım hayallerim gerçek olsa
Çok yaşasam yaşlanmasam
Estetiksiz güzel olsam
Olgunlaşıp çocuk kalsam
Bana hep bana
Hep bana bana…

6 Haziran 2007 Çarşamba

MELİH CEVDET ANDAY




ÇOK GÜZEL ŞEY

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşaması güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.

5 Haziran 2007 Salı

BERTOLT BRECHT


Özlemişim şiir okumayı. Fazla sevmesem de.
Ama insan ya aşıkken şiir okuyor. Ya da terk edilince...
Ya da dizelerin değerini en çok o zamanlarda anlıyor kim bilir?

KÖTÜ BİR ZAMANDAN AŞK ŞARKISI

Birbirimizle dost olamadık
Ama yine de birlikte olduk.
Birbirimizin kollarındayken bile
Yıldızlar kadar uzaktık.

Şimdi yolda karşılaşsak
Bir hiç için dövüşebiliriz.
Birbirimizle dost olamadık
Birbirimizin kollarındayken bile


KOPMUŞ İP
Kopmuş ip bağlanabilir
Yeniden eklense de birbirine
Parçalıdır

Belki yine karşılaşabiliriz
Ama beni terk ettiğin yerde
Bir daha bulamazsın

1 Haziran 2007 Cuma

SADE AMA MUTLU BİR HAYAT




Bugün Burcu Pakize Suda'nın bir yazısını yollamış. Valla tam da aklımdan geçenleri kaleme almış Pakize Suda. Ben de böyle düşünmekten kendimi alamıyorum bir süredir...






KASABA esnafından biri olmalıydı kocam. Aksam, güneş batmadan dükkânını kapatıp eve gelmeliydi. Evimiz mümkünse bahçeli olmalıydı. Yaz akşamları sulayıp serin serin oturmalıydık. Ben, orta boylu tıknazca, ev hanımı olmalıydım. Cinsiyeti önemli değil, eli ayağı düzgün iki çocuğumuz olmalıydı. Derslerine yardım etmeye yetecek eğitimim olmamalıydı. Ama ara sıra ''Dersinizi bitirdiniz mi?'' diye sormalıydım. Daha çok üstleri başlarıyla... Yedikleri içtikleriyle... Öksürükleri, aksırıklarıyla ilgilenmeliydim. Yavaştan yavaştan çeyizlerini düzmeliydim. Her ayin 15'i kabul günüm olmalıydı. Ellerime sağlık, kekler, poğaçalar yapmalıydım. İnce belli bardaklarda çaylar ikram etmeliydim. Sabahları hırkamı omzuma alıp komsuya kahve içmeye geçmeliydim. Patlıcan, biber kızartmalı, reçel kaynatmalıydım. Akşamları özene bezene sofrayı kurmalıydım. Kocam ajansı dinlerken ben lafa girmeliydim, o, ''Sus hanım? bi dakka'' demeliydi. Böyle dese de beni çok sevmeliydi. O uyuklamalı, ben bulaşık yıkamalı, çocuklar ders çalışmalıydı. Bazen akşam oturmasına komşular gelmeliydi. Öyle Haremlik selamlık gibi değil ama kadın erkek ayrı oturmalıydık. Erkekler memleketi kurtarırken biz bütün kasabayı dilimizden geçirmeliydik. Herkes birbirinin kocasına, karısına ''Falanca Bey'', ''Filanca Hanım'' diye hitap etmeliydi. Yanlışlıkla bacağımız, göğsümüz biraz açılıverse yüzümüz kızarmalı, hemen toparlanmalıydık. Kocam kırk yılda bir, bir tek atmalı, neşelenip bir hicaz şarkı mırıldanmalıydı. Şehvetten uzak şefkate yakın bir cinsel hayatimiz olmalıydı. Gözümüzü birbirimizde açmış olmalıydık, öyle de sürüp gitmeliydi. Harama uçkur çözmemeliydik. Zaten etrafımızda evli barklı komşularımızdan başka kadın olmadığından... Dükkânda çelimsiz çıraktan gayri, öyle sekreter falan çalışmadığından... Ortalıkta gidilecek bar mar bulunmadığından... Mankenler bizim kasabaya uğramadığından... Ve de kocam, efendi bir adam olduğundan beni aldatamazdı.


* * *


Tamam, abarttım biraz. Belki de böyle bir aile yapısı örneği kalmamıştır artık. Ama acaba diyorum... Buna benzer bir hayat tarzı beni daha mutlu eder miydi? Kendim de dahil uçuk kaçık insanlardan gına geldi artık. Normalliği özlüyorum. Özgürlüğün tadını çıkaralım derken suyunu çıkardık galiba. Herkes çok zeki, çok akıllı, çok bilgili, çok şu, çok bu. Ve de çok mutsuz. Depresyona giren girene...Çokbilmişliğin kimseye bir faydası yok galiba.


Pakize Suda